31 Ocak 2014, Cuma.
Flores Adası’ndan manzaralar.
Hostelimizin nazar boncuğu.
Peten Gölü’nden.
Tikal’de hala gün yüzüne çıkmayı bekleyen piramitler bulunuyor.
Bölgede tarantulalar çok yaygın.
Tikal’den manzaralar.
Sabah uyanıp kahvaltımı yaptıktan sonra bölgeyi keşfe çıkıyorum. Flores Adası’nın Arnavut kaldırımı daracık sokaklarında birkaç tur atıp renkli evlerine göz atıyorum. Sonrasında da adayı ana karaya bağlayan yolu takip ederek uçsuz bucaksız göl manzarası eşliğinde Santa Elena’ya varıyorum. Santa Elena küçük, tipik; ama gelişmiş bir Guatemala kasabası olarak karşıma çıkıyor. Şehrin hemen girişinde, neredeyse bütün yabancıların uğrak noktası olan alışveriş merkezi Mundo Maya International Mall bulunuyor. Bu alışveriş merkezinin içerisinde her şeyi bulabileceğiniz devasa bir süpermarketin yanı sıra ufak da bir sinema yer alıyor. İhtiyaçlarımı süpermarketten tamamladıktan sonra Flores Adası’na tekrar dönüyorum. Güzel bir duştan sonra Tikal’i keşfetmeye hazırım. Konakladığımız hostel aracılığıyla her gün Tikal’e beş farklı saatte turlar düzenleniyor. Gün doğumu ve gün batımı turları ise en ilgi çekenler oluyor. Tur görevlisinin son birkaç gündür sabahları yoğun sis olduğunu söylemesi üzerine gün batımı turuna karar vermiş olan ben saat 12.30’u gösterdiğinde ekibin geri kalanı ile beraber yola koyuluyorum.
1979 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınmış Tikal, Kolomb öncesi dönemin en büyük ve güçlü Maya krallıklarından bir tanesi olarak biliniyor. Guatemala’nın kuzeyinde yer alan yağmur ormanları ile kaplı El Peten bölgesinde bulunan bu antik kent, muazzam manzaraları ile Maya kalıntıları arasında ayrı bir yere sahip. Tikal’in bulunduğu yağmur ormanlarına gitmek bir buçuk saat kadar sürüyor. Milli parka vardığımızda rehberimizin bizi karşılayıp günün %80’inin ormanlarda yürüyüş şeklinde geçeceğini anlatıyor. Böylece dört saatlik Tikal maceramız da başlıyor. Bütün tur boyunca muazzam yağmur ormanları arasında dolanıyoruz. Büyüleyici arkeolojik kalıntılara ek olarak, birçok farklı türde ağaç ve hayvan görüyoruz. Gün batımını tam olarak hayal ettiğim gibi manzaralara karşı yapamasak da güneş yavaş yavaş gri yapıları pembeye boyarken herkesin keyfi oldukça yerinde. Dönüş yolunda biraz da yorgunluğun etkisi ile kimseden herhangi bir ses çıkmıyor. Hostele döndüğümüzde ise herkes ertesi günün yolculuğu için çanta ve bavul hazırlığına girişiyor. Benim de ertesi sabah 05:30’da Belize City’ye otobüsüm olduğu için ben de erkenden uyuyorum.
30 Ocak 2014, Perşembe.
Sabah erkenden kuş seslerine ve tertemiz orman havasına uyanıyorum. Gece geç saatlere kadar eğlenmeye eğilimli bir hostelde konaklıyor olsam da, herkes sabah ya farklı aktivite turlarına katılmak için ya da farklı şehirlere yolculuk etmek için erkenden uyanıyor. Kahvaltı sonrasında hazırlanıp saat 08:00’i gösterdiğinde de “Flores” diye bağıran ekibi takip ederek minibüsteki yerimi alıyorum. Bundan sonraki tam tamına dokuz saat benim için oldukça sancılı geçiyor. Minibüs son derece ufak ve biz de oldukça kalabalığız. Tabiri caizse kucak kucağa oturuyoruz. Normalde yollarda hep uyuyan ben, bir türlü rahat pozisyon bulamadığım için yolun tamamında kıpırtısız şekilde camdan akıp giden manzaraları izlemek durumunda kalıyorum. Birkaç kere mola veriyoruz, sayısız albüm bitiriyorum, sağ bacağım uyuşunca sol bacağıma, sol bacağım uyuşunca da sağ bacağıma ağırlığımı verip akşam üzeri gün batımına yakın Peten Gölü üzerinde minicik bir adada yer alan Flores’e varıyorum.
Daha önceden Zephyr Lodge aracılığıyla yerimi ayırttığım Los Amigos Hostel’e vardığımda ise son derece rahat ve güzel bir atmosferle karşılaşıyorum. Eşyalarımı yerleştirdikten sonra ilk olarak adanın etrafında küçük bir tur atıyorum. Sonrasında da hostelin hamaklarından birine kendimi atıp gece boyunca burada kalıyorum. Ara ara Güney Afrikalı Andrew ve Avustralyalı Adem ile konuşuyorum. Bir gece daha loş ışıklar arasında karanlığa kaybolurken ertesi gün için Tikal harabelerine bir tur ayarlayıp erkenden uyuyorum.